Vikings 4. Sezon 2. Bölüm İncelemesi


Vikings 4. Sürem 2. Bölüm İncelemesi


4. sürem 2. bölüm “Kill the Queen” ile Vikings, beklendiği suretiyle Büyük Britanya’nın güneyindeki Anglosakson krallığı Wessex ve gölgesinde kalmış olduğu Mercia’nın yerle bir olan ilişkisini gün yüzüne çıkardı. Ortada ödenmesi ihtiyaç duyulan bedeller var ise, öfkenin mekan ve vakit tanımadığının altını bir kez daha çizmeyi de dikkatsizlik etmedi.


İlk bölümden bile daha düşük bir tempoyla ilerleyen ikinci bölüm maalesef elindeki malzemeleri yeterince kullanamıyor. Lagertha’nın yokluğu, Kraliçe Aslaug’un akışa dahil olmaması, Bjorn’un yırtıcı doğada kendine yer edinme çabasının ekarte edilmesi, Rollo’nun emellerine yakından tanıklık edemememiz kim bilir sihrin bozulmasındaki en büyük etken. Kral Ecbert ve Kraliçe Kwenthrith cephesindeki gelişmeler ise ne yazık ki beklenenin aksinde bir rota çizerek bölümün çıkmaz sokağa girmesine engel olamıyor.



***Yazının bundan sonrası Vikings 4. Sürem 2. Bölüm’e dair keyif kaçırıcı detaylar (spoiler) ihtiva eder.***


Vikings 4. Sürem 2. Bölüm: Wessex


İlk bölümün peşinden tahminlerimiz hedefinden şaşmadı ve bu sürem için İngiltere yolculuğumuz başladı. Kraliçe Kwenthrith’i tahttan indirip Wessex’e cenk açan Mercia’nın hamlesine karşılık vermek isteyen Kral Ecbert, Kraliçe’yi kurtarmak ve bittabi Mercia’nın gölgesinden kurtulmak adına Aethelwulf’u Mercia topraklarına gönderdi. Kraliçe Kwenthrith’i kurtarmak istemelerinin Wessex’in çıkarları ile örtüşeceği hususunda hem fikiriz; sadece niçin yalnızca Aethelwulf bu vazife için yanıp tutuşuyor? Üstelik Mercia’daki durumu bildirmeleri için konuşlanan gözcülerin akıbeti ortada iken. Kral Ecbert’in oğlu Aethelwulf’a parçalanamaz bir gönül bağları ile bağlı bulunduğunu düşünmüyorum; ya da kendinden sonrasında tahta geçecek oğlunun krallığın tek ve hakiki varisi bulunduğunu düşündüğüne de inanmıyorum. Neticede Kral Ecbert’in Wessex, Mercia –dolayısıyla Büyük Britanya- hatta kuzeye dair büyük planları olduğu kuşku götürmez. Gene de belirtmeden geçemeyeceğim; dizinin yaratıcısı Michael Hirst hikayenin akışında bazı noktaları ya gözden kaçırmış ya da –umuyorum ki- başka planları var. Ragnar Lothbrok’un öngörüsünü kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı yeğleyen ve zekasını bilhassa ince detaylarda gösteren Kral Ecbert, bazen Ragnar’ın da yapmış olduğu bir hataya düşüyor. Güç ve iktidar tutkusu, kendi benliği üstündeki hakimiyetinin avuçları arasından yitik gitmesine yol açıyor, daha da önemlisi hemen hemen bunun farkına bile varamıyor. Ek olarak Wessex-Mercia çatışmasının Ragnar Lothbrok olmaksızın ekrana yansıtılması da noksan parçaların çoğalmasına sebep oluyor. Hatırlarsanız, Kraliçe Kwenthrith, beraber kuleye hapsedildiği oğlu Magnus’un Ragnar’dan bulunduğunu iddia etmişti zamanında. Sadece Floki’nin firarına kafayı takan Ragnar’a hiçbir şekilde haber uçmaması ve yalnızca Aethelwulf’un ön plana çıkartılması dizinin bu kısmı için birazcık zayıf kalmış. Aethelwulf’un Kwenthrith’i kurtarmak için Mercia topraklarına vardığı andan itibaren bu zayıflık kendini daha da gösteriyor. Wessex’in karşı bir hamlede bulunacağı barizken, bu denli savunmasız bir ordunun kraliçeyi koruyor olması, en başlangıcında hiçbir tesir yaratamayan fakat Aethelwulf ile dinamizmi bir nebze olsun artan cenk sahnelerinin, gereksiz uzunluktaki Büyük Britanya yolcuğunu baltaladığını söylemeliyim.


Kral Ecbert’in minimum Mercia kadar ehemmiyet verdiği, Aethelwulf’un karısı Judith’e ‘özgürlüğünü’ vadetmesi ‘yasak ilişkimize kaldığımız yerden devam ediyoruz’ demekle aynı kapıya çıkıyor aslına bakarsak. Wessex’in boyunduruğundan Athelstan ile kurtulan ve gökyüzüne tekrardan merhaba diyen Judith, kaybettiklerinin özlemini bastırmak için yeni bir kaçış yolu buluyor. Karakterlerin ortak özelliği olarak gösterebileceğimiz zaafiyetleri, elbet ki Kral Ecbert’in de peşini bırakmıyor. Judith’e özgürlüğünü verebileceğini söylerken gücün hala kendisinde bulunduğunu, ağzından çıkacak tek bir kelimeyle istediği her şeyi, istediği her insana yapabileceğini, yaptırabileceğini haykırıyor dünyaya, kendisine.


Athelstan’dan yadigar mukaddes metinler üstünde çalışmak isteyen Judith, yolunun çok açık ki Athelstan’ın yerine geçecek Peder Prudentius ile kesişeceğini aklının ucundan geçirmiyor. Aydınlığın sırrını ortaya çıkarmakla ve başkalarını aydınlatmakla yükümlü bulunduğunun bilincinde olan Prudentius’un bilgeliğinin hemcinsleriyle sınırı olan bulunduğunu, bir bayan ile informasyon alışverişi dahi olsa bu biçim bir ilişkiye girmeyeceğini –bunu da esasen istemediğini- görüyoruz. Bu durum, devrin koşulları ve inançların oldukça boyutluluğu düşünüldüğünde, ilk bakışta garip gelmiyor; sadece bunun altının Psikoposun açıklamaları ile belirgin bir halde çizilmesi, istenen her şeyin belli bir kalıba sokularak tolere edilebileceğinin vurgulanması bugüne baktığımızda alışkın olduğumuz bir duruma işaret ediyor. Hele ki söz mevzusu din terimi ise. Netice olarak Athelstan ölmüş olabilir; sadece başta Ragnar olmak suretiyle Floki, Judith hatta Kral Ecbert’in yaşamak için çizecekleri yolda bir öncü, kaybettikleri benliklerini bulmaları adına bir aracı olmaya devam edecektir –Prudentius vasıtasıyla olsa bile. İnançların sorgulanma vakti.


Vikings 4. Sürem 2. Bölüm: Paris


Kameraları Paris’e çevirdiğimizde ise ilk olarak karşımıza ihanet zincirinin en mühim halkası olan Rollo’yu, Paris’i Ragnar ve destekçilerinden iyi mi koruması gerektiğine dair Kont Odo’ya taktik verirken görüyoruz. Değerlisi Prenses Gisla’yı elinden almış olsa da Kont Odo’nun Rollo’dan, bir kuzeyliden, etkilendiği Fransa’da bir fısıltı benzer biçimde kulaktan kulağa yayılıyor. Hal bu şekilde olunca, Paris’te de kazanlar kaynamaya başlıyor ve Michael Hirst zekice bir hamleyle yeni kişiliklerle bir araya getiriyor izleyenleri. Kont Odo’nun her türlü ihtiyacını karşılamak için ‘gönüllü’ olan ve adeta bir Game of Thrones karakterine bürünen Therese’in aslolan amacının, işbirlikçisi Roland ile Odo’nun kuyusunu kazmak bulunduğunu anlamamız uzun sürmüyor. Söz mevzusu bir krallık olunca, hele ki başta da ‘korkak’ ve inisiyatif kullanmaktan geri duran’ Kral Charles var ise, güç ve iktidar hırsı her insanın gözünü bürüyor. Hareketlerinin doyum olma duygusu tarafınca yönetildiği gün benzer biçimde ortada olan Kont Odo’nun kime güveneceği mevzusunda aklının karıştığını görüyoruz. Therese’e İmparator hakkında verdiği mühim detaylar Paris’te hainlik ve ikiyüzlülük temalı yeni bir konunun giriş bölümünü oluşturuyor diyebiliriz. Hele ki Rollo’nun her an saf değiştirebileceği ihtimalini asla göz önünde bulundurmuyorlarken. Rollo’nun planları da hemen hemen istediği kıvama gelmiş değil; Gisla’dan beklediği o ufak adım için daha vakit var benzer biçimde görünüyor. Sadece Vikingleri geri püskürtmenin başarısının İmparator’a bahşedilmesi elbet ki Kont Odo’nun memnuniyetsizliğinin başlıca sebebi. Her seferinde Gisla’nın önünde ufak düşen ve bunu sonuna kadar hak eden Rollo ile tutku oyunlarının lideri Kont Odo’nun yegane amaçlarının Ragnar’ın gemileri olmadığını; manipüle edenlerin bigün manipüle edileceğini ilerleyen bölümlerde daha net göreceğiz.


Vikings 4. Sürem 2. Bölüm: Kattegat


Gelelim aslolan meseleye; Floki (Gustaf Skarsgård)’nin beklenen firarı. Ragnar’ın kafasında bin tilki dolanmasına sebep olan Floki’nin kelepçelerinden kurtulduktan sonrasında kavuştuğu kısa süreli özgürlüğü, ikinci bölümün yönetmen koltuğuna oturan Ciarán Donnelly’nin dokunuşlarıyla bölümün kim bilir tek dikkat çeken esrarengiz atmosferi olarak karşımıza çıkıyor. Keza Bjorn’un yırtıcı doğadaki mücadelesinden ilk izlenimler de o şekilde. Ragnar’ın oğullarının birer birer öne çıkacağı su götürmez bir gerçekti. Bu bağlamda Bjorn’un yokluğunda Ubbe’nin ani yükselişi de Floki’nin kaderi ile kesişiyor. Kaçtığı andan itibaren Floki mevzusunda yaşamış olduğu ikilemi gözlerinden okuduğumuz Ragnar, Helga’ya uyarı durumunda yapmış olduğu hitabı ile esasen zor bir süreçten geçtiğini belli etmişti. Floki’nin yalnızca kendini sevilmiş olduğu gerçeğini Helga’nın yüzüne acı bir halde çarpması, Helga’nın Floki’nin cezasındaki en mühim parça olacağının da göstergesiydi bir nevi. Tanrıları her şeyden üstün tutan Floki’nin ‘masum’ bir çocuğun, Ubbe, gözleri yüzünden aniden değişen yaşamı, hem Ragnar’ın hem Floki’nin inançlarını ve benliklerini sorgulamasına sebep oluyor. Athelstan’ın öldürmesini tanrılar istediyse, niçin tanrılar Floki’nin cezalandırılmasını engelleyip ödüllendirilmesini sağlamıyor? Tanrılarla yüzleşmenin başlangıcı olan Athelstan’ın aslolan amaç uğrundaki bir vasıta bulunduğunu fark etmeleri fakat bunu kendilerine dahi itiraf edememeleri, vakaları arapsaçına döndürüyor. Tanrıların Floki’ye kızgın bulunduğunu söyleyen Ragnar aslına bakarsak tanrılara olan kendi kızgınlığının altını kalınca bir çizgiyle çiziyor. Bu kızgınlığı Prenses Aslaug’a da yansıyor. Floki’nin doğru olanı yaptığını söylemesi ile Ragnar’ın öfkesiyle yüzleşen Aslaug, aynada Floki, Athelstan ve Ragnar’ın yansıması ile göz göze geliyor aslına bakarsak ve gelecekte neler olabileceğini geçiriyor aklından, gözlerindeki korku ile. Sadakat ve güvenin yalnız lügat anlamından ibaret olmadığını, arkasına sığındıkları tanrılara karşın yaşam ve ölüm içinde meydana getirilen tercihin ta kendisi bulunduğunu söylüyor Ragnar hem diliyle hem gözleriyle.


Floki için Helga’yı bir maşa olarak kullanmaya çalışan Ragnar, Helga ve kızının çaresizliğini de içerliyor. Ragnar’ın ağzından dökülen her kelime, soğuk kış günlerinde tüm bu yaşananların duygudan yoksun kaldığının bir göstergesi. Kızgınlığının Helga ve kızının hayatlarının önüne geçmesine izin vermese de, Ragnar’ın çizdiği karakter portresini çözümlemek o denli kolay değil. Vücut dilini kullanmasını oldukça iyi bilen Travis Fimmel’in (Ragnar Lothbrok) rolünün hakkını fazlasıyla verdiğini söylemek gerek. Helga biricik kızı Angrboða’yu toprağa verirken –ki öleceğine dair sinyaller kasıtlı bir halde verilmişti- Ragnar’ın tüm acıyı göğüslemeye emek vererek mezarını kazması, insanoğlunun acıdan doğduğunu bir tokat benzer biçimde çarpıyor Ragnar’ın yüzüne.


Dinamizmden yoksun bölümün merak uyandıran ve üzerine düşünülmesi ihtiyaç duyulan tek sahnesi de final sahnesi asla kuşkusuz. Ragnar’ın, yakalandıktan sonrasında Floki’ye ceza vermektense ondan sürekliliği olan bir işkence ile öcünü alacağını sessiz ve derinden söylemesi, her daim tanrılarla ve inançlarıyla sınanan Vikinglerin yeni ve sıkıntılı bir sınav ile karşı karşıya kaldıklarının habercisiydi aslına bakarsan. Hıristiyanlık, paganlık, tanrı ve din teriminin sorgulandığı son sahnede, Odin için en yakın arkadaşını, karısını, çocuğunu, kendi yaşamını hiçe sayabilen Floki’nin Hıristiyanlık ile sınanması beklenen bir sondu. Floki’nin haykırışları; yakalanmasına ve işkence aracı olarak kuvvetle olası Helga’nın kullanılacak olmasına mıydı, yoksa İsa’nın çarmıha gerilmesinin bir sembolü olarak Odin ile vereceği iç savaşın korkusuna mıydı dersiniz? İki seçenek de mantıklı benzer biçimde gözüküyor; sadece ikincisinin terazinin ağır basan tarafı bulunduğunu idrak etmek güç değil.


Çözülmesi ihtiyaç duyulan sorunların halının altına süpürülerek belli bir süreliğine olsa da üstünün örtülmesi bununla beraber daha büyük sorunları getirir daima. Nitekim Vikings de bunun en yakın örneklerinden birini sunuyor 3. bölüm fragmanı ile.



The post Vikings 4. Sürem 2. Bölüm İncelemesi appeared first on Filmloverss.


Kaynak: Film Loverss


Haberin Devamı

Vikings 4. Sezon 2. Bölüm İncelemesi
Share on Google Plus

About Unknown

This is a short description in the author block about the author. You edit it by entering text in the "Biographical Info" field in the user admin panel.

0 yorum:

Yorum Gönder