Yağmurlarda Yıkansam adlı filmiyle kadına şiddeti tartışan ve film boyunca kadın olmaya dair oldukça kilit konulara değinen Gülten Taranç ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Söyleşi: Ecem Şen
Ecem Şen: Yağmularda Yıkansam kadına şiddeti, kadının toplumda ikinci plana atılışını dert edinen bir film. Bu durumu bir kadın olarak kişisel hayatınızda da dert edindiğiniz aşikar. Yağmurlarda Yıkansam adlı filminizden önce kısa film ve belgesel çalışmalarınız var ancak uzun metraja geçme ve kadına yönelik şiddet sorununu filmin merkezine alma fikri nasıl ortaya çıktı?
Gülten Taranç: Her şey birbirine sanki görünmez bir iple bağlıydı. İstanbul’a reji asistanı olarak gittim ama iş bulamadım, çok fazla yer fazla kilolarımı yüzüme çarptı, bu yüzden işe alınmamayı dert edinmek yerine uzun metraj çekmeye karar verdim. Bırakmak istemedim kariyerimi. Ya devam edecektim ya bırakacaktım, “Yağmurlarda Yıkansam” benim dönüm noktam oldu. Gözlerimi kapadım, bankadan yüklü bir miktar kredi çektim ve okyanusa atladım. Kısa filmlerimi festivallerden izleyen kadınlardan mailler almaya başlamıştım, kendi hikayelerinin anlatılmasını istiyorlardı hatta içlerinde oynamak isteyenler bile vardı. Kendimi sorumlu hissettim ve senarist arkadaşım Çağla Canbaz’a senelerdir düşündüğüm bu hikayeyi götürdüm. Birlikte geliştirdik, ilk günden itibaren bu filmin çekileceğini biliyordum, çünkü beni uyutmuyordu. Bir filmin hikayesi beni uyutmuyorsa peşinden giderim.
E.Ş.: Filminizin vurgusundan dolayı da özellikle sormak istiyorum bir kadın olarak sinema dünyasında var olmanın, bir film çekmenin zorluklarıyla yüz yüze geldiniz mi?
G.T.: Az önce bahsettiğim olay kolay kolay bir erkeğin başına gelmez. Yönetmenin kendi sözünü geçirmesi bir kadın için kolay bir şey değil. Filmde toplamda 175 kişi çalışmış o kadar insanı idare etmek kadın ya da erkek fark etmez zaten zor. Bir de biraz anaçsanız bu durum çok istismar edilebilir. Mesela setimizin Melek Teyzesi üç hafta bize ev yemeği çıkarttı, normalde hiçbir sette göremeyeceğiniz bir aile ortamı vardı, çünkü biz hem ailece bu işi yapıyoruz hem de ekibimizi de o ailenin içine alıyoruz. Bunu bazı insanların kaldırması zor, herkes ezilmeye alışmış, sette en büyük eksiğimiz “hadi abi” diyen birinin olmamasıydı.
E.Ş.: Filmin çekim sürecinde ve sonrasında neler yaşadınız? Ne gibi geri dönüşler aldınız?
G.T.: En büyük zorluk 18 güne 30 mekanı sığdırmak oldu. İzmir’de film yapmak çok zor. İzmir halkı alışkın değil. Filmimizi izleyenlerden aldığım en önemli tepki samimi ve yalın bir film olduğuydu. Hikayenin kurgusu izleyenlere ilginç gelmiş. Şubat ve Mart aylarında Barcelona’da düzenlenen Planet Film Festivali’nde En İyi Yönetmen adayıydık. Bir güzel haber de Rodos’ta bu sene düzenlenecek Colossus Film Festivali’nden geldi, En İyi Film ve En İyi Film Müziği adayıyız. Bu ay Cannes Film Festivali’nin Marche du filmine gidiyoruz; orada film ile ilgili görüşmeler yapılacak, kasımda Roma’daki Anadolu Filmleri Festivali’ne seçildik, davet aldık ama Türkiye’de Ankara Gezici Film Festivali dışında bizi seçkisine alan olmadı. Sanırım önce yurt dışını gezip filmin Türkiye vizesini Akdeniz ülkelerinden toplayacağız. Aslına bakarsanız bu durum beni yıpratıyor çünkü filmi Türkiye’deki kadınlar için çektik onlara ithaf ettim ama onlara ulaştıramıyorum.
E.Ş.: Filmin müziklerinde de sizin adınız geçiyor. Müzikle bağınız nereye dayanıyor?
G.T.: Müzikolog bir annenin kızıyım, babam da yönetmen. Aslında anne mesleğini seçmiştim, dokuz sene konservatuvar okumak için ailemle ciddi tartışmalar yaşadım. Kendi kendime gitar çalmayı öğrenip besteler yapmaya başladım, ilk idolüm annemdi ama lisede bir arkadaşımı kazada kaybettikten sonra fotoğraf çekmeye başladım, yalnız hissediyordum ve sürekli insanları çekiyordum, bir gün babam “sende göz var” dedi, o gün kaderim değişti diyebilirim, sinema okumaya karar verdim, zaten ben, babam kurgudayken doğmuşum, çizgi filmler yerine eski Türk filmlerini izliyordum ama hiç öyle bir yeteneğin bende var olduğunu düşünmemiştim. Müzikten de koptuğum söylenemez, üç sene boyunca filmdeki şarkıları yazdım, besteledim, annem Berrak Taranç, tema ve fon müziklerini besteledi.
E.Ş.: Filminizdeki karakterler otobiyografik özellikler taşıyor mu yoksa tamamen “kadın olma” gözlemlerinizden mi oluşuyor?
G.T.: Taşımadığını düşünüyordum ama izleyen arkadaşlarım bazı benzerlikler gösterince şaşırdım. Özellikle Gamze karakterinde benden çok şey var, asiliğini benden alıyor. Açıkçası çok şanslıyım, sevgi dolu bir ailede büyüdüm, ailem filmde de hayatta da bana çok destek oldular, Hale ya da Gamze gibi bir aileden gelmiyorum ama bu aile dışında şiddet görmediğim anlamına gelmiyor.
E.Ş.: Filmin açılış sahnesini oldukça etkileyici buldum. Mekan seçimi olarak ormanın tercih edilmesi kadın ve orman imgelerini eşleştirmeme sebep oldu. Sizin aklınızda bu tarz bir metafor var mıydı?
G.T.: Çok güzel bir noktaya değindiniz, tam da film boyunca vurgulamak istediğim nokta. Biz kadınlar doğanın bir parçasıyız, işte tam da vermek istediğim mesajın bir parçası bu. Aslında bu kadar basit bir davam var, bizi istemiyorlar, öldürüyorlar, eziyorlar ama biz doğanın parçasıyız. Tabi ki bütün erkekler kötü değil. Mesela Engin karakteri bizim doğanın parçası olduğumuzun çok farkında bir karakter sadece dile getiriş biçimi sıradan erkeklerden çok farklı.
E.Ş.: Sizce filminizin didaktik bir yanı var mı ya da kadına şiddet gibi bir konuda, sanat bir duruma doğru ya da yanlış demeli mi?
G.T.: Sanat etik olanı göstermektir. Didaktik bir dil olduğunu düşünmüyorum, büyük laflar etmedim, seyirciye filmi dışarıdan bir göz gibi izletmeye çalıştım hatta eski karısını öldüren Yılmaz ölümcül bir kötü değil, seyirci ondan nefret etmiyor çünkü anlık bir duygu yerine genel etkinin daha büyük olmasını istedim, kızı Gamze’nin ortada kalışına odaklanılsın ve onun yerinde olsaydım ne yapardım diye düşünülsün istedim.
E.Ş.: Peki gelecek projeleriniz nelerdir?
G.T.: Şuan en büyük hedefim, filmimi daha çok insana ulaştırmak, özellikle de Türkiye’de. Ancak her şey gibi sinema da belli insanların tekelinde. Bu yüzden artık birlik olmanın vaktinin geldiğini düşünüyorum. İstanbul’dan İzmir’e 25 bin kişi geri döndü, bunların içinde sinemacılar da var. Burada alternatif ve bağımsız bir sinema birliği kurmanın vakti geldi. Üniversitedeki gençler İstanbul’a gitmek istemiyorlar, kurduğum şirkete de çok başvuru geliyor. Bu potansiyel değerlendirilmeli, İzmir’in doğal platoları değerlendirilmeli. Çok büyük bir savaş ama gerçekten birlik olunursa alternatif tam bağımsız yeni bir sinema birliği kurulabilir.
E.Ş.: Keyifli bir röportajdı Gülten Taranç, teşekkür ederim.
G.T.: Ben teşekkür ederim.
The post Gülten Taranç Röportajı appeared first on Filmloverss.
Kaynak: Film Loverss
Haberin Devamı
Gülten Taranç Röportajı
0 yorum:
Yorum Gönder