Birkaç sayıdır Türkiye’nin farklı şehirlerinden ajanslara yer vermeye başladığımızın farkındasınızdır. Bundan sonra düzenli olarak, bu sayfalarda yurt dışında çalışan reklamcı, iletişimci ve tasarımcıların deneyimlerini de okuyacaksınız. Nasıl gittiler, neler yapıyorlar, avantaj ve dezavantajları neler? İlk konuğumuz Wieden + Kennedy Amsterdam’da grafiker olarak çalışan Zeynep Orbay.
Zeynep Orbay
Reklamcılık hayatıma 2004 senesinde Rafineri’de başladım. Kısa bir süre sonra New York’a, SVA’da master yapmaya gittim. Burada Steven Heller ve Sagmeister gibi harika insanlardan ders alma, Milton Glaser Inc. ve Pentagram’da staj yapma şansı buldum. Sonrasında New York City Ballet ve McCann Erickson’da çalıştıktan sonra Türkiye’ye kesin dönüş yaptım (O zaman öyle sanıyordum). TBWAİstanbul’da sanat yönetmeni olarak işe başlamamdan kısa bir süre sonra, o zamanlar cok çalıştığı için ajansta uyku tulumunda uyumayı tercih eden bir adamla tanıştım (Şimdiki kocam, Arda’nın da babası).
Benim de o tempoya ayak uydurmam sonucunda peş peşe iyi projeler yapma ve bu projelerle yurt dışında ödüller alma şansım oldu. Son olarak Cannes’da çok mutlu bir sene geçirdik. 2014’te Radikal için yaptığımız ‘The Fading News’ kampanyasıyla ikisi altın, toplam dört Aslan ödülle Türkiye’ye döndük.
Güney’in aklında uzun süredir yurt dışına çıkıp çalışma fikri vardı, Cannes sonrasında bize gelen teklifleri değerlendirip taşınmaya karar verdik. Aynı şehirde ikimizin aynı anda iş bulmasının zor olacağını biliyorduk, o yüzden ben aslında Amsterdam’a iş bulmadan geldim. Şansım çok yaver gitti ve Wieden + Kennedy Amsterdam’da çalışmaya başladım.
TBWA’de çalıştığım süre boyunca Hürriyet, Anadolu Efes, IKEA, Koton, Akbank ve Hepsiburada başta olmak üzere birçok marka için çalıştım. Bu süre içinde birçok insandan meslekle ilgili birçok şey öğrendim. Beraber çalıştığım insanları çok çok özlüyorum. Ama öte yandan İstanbul’da terası olduğu için kirası yüksek bir evde oturmanın saçma olduğunu da öğrendim. Çünkü dört sene boyunca pek eve gidemedik.
Wieden + Kennedy’de şu ana kadar Nike, Booking.com ve Milka için işler yaptım. Burada çalışırken şunları gördüm: Yurt dışında iyi bir ajansta çalışan her kreatif doğaüstü yeteneklerle işe alınmıyor. Ajanstan çıkan işlerin başarı çıtasının yüksek olmasının nedeni, müşteri temsilcisinden sanat yönetmenine, prodüktöründen yazarına kadar herkesin o işe tam zamanlı adanabilmesi, ajansın kreatif duruşunu ne pahasına olursa olsun koruması ve insanlara yeteneklerinin maksimumunu ortaya koyabilecek zaman ve desteği sağlaması.
Maalesef Türkiye’deki çoğu ajans fabrika gibi çalışıyor. Dünyanın en iyi tasarımcısı da olsan, üç günde yapılan bir logodan fayda gelmesi çok zor. Elimize yeni bir brief geldiğinde, bu kadar zaman bize İstanbul’da verilseydi ne yaratıcı insanlar ne güzel işler çıkarırdı diye düşünmeden edemiyorum.
Bir diğer temel fark ise projelerin gerçekten bir ekip tarafından yürütülüyor olması. Müşteri temsilcisi, proje yöneticisi, stratejist ve yaratıcı ekip baştan sona beraber çalışıyor. Bunun ne kadar harika ve verimli bir şey olduğunu buraya geldikten sonra anladım. Önceleri brief alındıktan sonraki sürecin kreatiflerin tekelinde olmasının süreci kolaylaştıracağını düşünürdüm.
W+K’nin sürekli yatırım yaptığı bir ajans kültürü var. İnsanların birlikte zaman geçirmesi için çalışan bir ekip var. Arada gelen konser grupları, ayda bir ajansta açılan sergiler, çalışanlarını sürekli eğitmek için yapılan seminerler var. Ajans tarafından korunan, kendine ayırabileceğin, sergi gezebileceğin, film izleyebileceğin zamanın var burada. Aslında tüm bunların ajansa büyük bir getirisi oluyor. Yorgun ve bunalmış çalışanlardansa çevrede olup bitenden haberdar, bunu işine yansıtabilecek mutlu çalışanlar var. Çok nadir de olsa hafta sonu çalışmamız gerektiğinde ajans için fedakarlık yaptığımızın hissettirilmesi çok önemli bir şeymiş. Bunların hepsini çok çok seviyorum.
İstanbul’da bu ajans kültürünün organik olarak gelişeni vardı. Sanırım biraz yatılı okul kültürü gibi. Her akşam beraber yemek yemenin, sabah kızlarla kahvaltı etmenin, öğlenleri kalabalık yemeğe çıkmanın verdiği başka bir keyif vardı. Haftanın sonunda, cuma akşamı yine aynı ekiple rakı içmeye gitmeyi istetecek bir keyif. Kebap gecelerimizi inanılmaz özlüyorum örneğin.
Portfolyomu oluştururken günlük brief’lerin dışında proaktif projeler de yapmaya çalıştım. Çünkü size gelen işler arasında en küçük görünenler çoğunlukla en büyük fırsatı tanıyanlar oluyor. Bir ajans defterini temiz bir logo kullanımı ile bitirmek de mümkün, dikkatleri üzerine çekecek bir tasarım projesine çevirmek de. İlkay’ın (Gürpınar) tasarıma verdiği önem sayesinde bu tarz birçok projede çalışabildim. Bunun kariyerim üzerinde etkisi çok büyüktür. Onunla beraber tasarım projesi yapmayı çok özlüyorum.
Ben kariyerimde çok şanslı oldum. Çalışma hayatı boyunca doğru ya da yanlış bir zamanda yapılmış ajans değişikliği, bir projede yer almak ya da almamak, doğru çalışma arkadaşlarına denk gelmek ya da gelmemek çok seyi değiştiriyor. Umarım ileride de beraber çalışmaktan çok keyif alacağım insanlarla karşılaşır, işimi bugünkü kadar severek yaparım.
*Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye Ağustos 2016 sayısında yayımlanmıştır.
Kaynak: Campaign Türkiye
Haberin Devamı
Yad ellerde reklamcı olmak
0 yorum:
Yorum Gönder