Karşımda ağlamaktan yüzü gözü şişmiş genç kadın, bir modern zaman Leylâ’sından başkası değil. Mecnûn’unu siberâlemin kum fırtınaları içinde bulduğunu sanan ama yaşadığı hayal kırıklığıyla gördüğünün bir serap olduğunu fark eden onlarca genç kadından sadece bir tanesi.
Siberâlem giderek hayat kırgınlarının bir serabın peşi sıra gittiği ve suretlerde teselli aradığı ‘gerçeğin çölü’ haline geliyor. Belki mutlu kavuşmalardan çok daha fazla ayrılık, hayal kırıklığı ve aldatılmışlık hissi doğuruyor. Duyguların denetimsiz ifadesine izin veren doğası ve bedensiz iletişimin hayal gücüne verdiği esinler sayesinde internet, aşkı arayanlar için kolay ama bir o kadar da hüzünlü bir mecraya dönüşüyor.
Nette yalan söylemek pek kolaydır ve hatta yalan, kolay bir izlenim oluşturma aracıdır. Üstelik bir düğmeye basmakla yalanın getirebileceği bütün maliyetten de kurtulursunuz. by Kemal Sayar
Sosyal medya siteleri sayesinde, gitgide artan sayıda insan çevrimiçi romantik ilişkilere giriyor, eşleriyle Internet’te tanışıyor ya da ilişkilerini bu ortamda sürdürüyor. Bu da, böyle bir toplumsal değişimin romantik ilişkilerin mahremiyetini etkileyip etkilemediğine dair bir tartışmayı beraberinde getirmiş durumda.
Peki ya mahremiyet?
Bir bakış açısına göre, çevrimiçi ilişkiler, ilişki mahremiyetini olumsuz etkilemek şöyle dursun, mahremiyet seviyesini artırarak olumlu bir etkiye neden olurlar. Felsefeci Ben-Ze’Ev, ilişkinin karşı tarafıyla Internet’te tanışmak daha kolay olduğu ve böylece en uygun partneri seçmek mümkün olduğu için, Internet’te daha mahrem ilişkiler kurmanın daha olası olduğunu öne sürer. Ona kalırsa, birbirleriyle Internet üzerinden tanışan kişiler, karşı taraf hakkında bilmeleri gereken kişisel bilgilere gerçek “çevrimdışı” buluşmalarından önce sahip olacakları için, uzun erimli ilişkilere sahip olma ihtimalleri de daha yüksek olur.
Bu yorumla çelişen görüşler de söz konusu. Kimileri Internet’i kullanarak daha mahrem ilişkiler kurmanın mümkün olmadığını ileri sürer zira Internet kişinin kendisi hakkında verdiği bilgilerin doğruluğunu garanti etmez. İnsanlar Internet’teki profillerini kolayca değiştirebilirken, bunlara inanarak ilişki kurmanın güvenli bir yaklaşım olmadığı görülür. Özellikle de sanal zorbaların, cinsel tacizcilerin ve pedofillerin “kolay aldanan sosyal medya kullanıcıları”nın peşinde olduğu bilinen bir gerçek ve bu kişiler karşı tarafın kendilerine güven duyması için dili nasıl eğip bükeceklerini iyi bilirler. Nette yalan söylemek pek kolaydır ve hatta yalan, kolay bir izlenim oluşturma aracıdır. Üstelik bir düğmeye basmakla yalanın getirebileceği bütün maliyetten de kurtulursunuz.
Bu bakımdan, karşı tarafın Internet’te açık ettiği biçimiyle fiziksel özelliklerini, karakterini, ilgi alanlarını, yaşını, mesleğini ve hatta cinsiyetini biliyor olmak kişisel bir fanteziden, karşı tarafın kendi kafasında kendisiyle ilgili çağrışımlarından fazlası değildir. Yüz yüze görüşmeden elde edilecek ipuçlarının olmadığı, yani romantik ilişkinin Internet üzerinden başladığı durumlarda, kişi karşı tarafı kolaylıkla idealize edebilir. Hani şaka yollu ‘aşk bir görme bozukluğudur’ denir ya, imgeleri cilalayan bir ‘yalan aynası’ olarak internet, bu görme bozukluğunu katmerlendirir.
Mahremiyet “güven” duygusuyla özdeşleştirilir. İnsan ancak karşısındakine güvenebiliyor ve kendi özel dünyasını onun önüne açıyorsa, gerçek bir mahrem ilişki mümkün olacaktır. Bu durumda içsel benliği temsil eden özel yaşam, gizlilik ve içsellik gibi önemli değerlerin hepsi mahremiyetin özünde yer alır. Mahrem ve uzun erimli bir ilişki, ancak iki insan birbirini tanıyorsa ve birbirlerinin yüzünde o duygusal “güven” ifadesini görebiliyorlarsa mümkündür.
Sosyolog Illouz, bedensel etkileşimin ilişkinin mahremiyeti açısından büyük önem taşıdığını ve tüm hisler beden merkezli olduğu için bunun romantik aşk ilişkileri için özellikle doğru olduğunu savunur. Kişinin kendine özgülüğünü deneyimlemek ancak “Ben” ve “öteki”nin bedenlerinin fiziksel varlığıyla mümkün olabilir.
Facebook’u özel kılan ne?
Geçtiğimiz günlerde Facebook, sayfalarında ‘dostlarla’ geçirdiğim yılların anısına, dokunaklı bir arkadaşlık videosu gönderdi bana. Artık kim kimi hatırlayıp böyle hoş sürprizler yapıyor değil mi? Şaka bir yana, sosyal medya siteleri bireylere kendi sosyal ağlarını sıkılaştırma, başkalarıyla bağlantılar kurma, sürdürme ve kendilerini takdim etme olanağı sunar. Katılımcılar bu siteleri çevrimdışı ortamlardan tanıdıkları kişilerle iletişime geçmek için kullanabilecekleri gibi, yeni insanlarla tanışmak için de kullanabilirler.
Facebook bireylerin ve toplumsal grupların bağlantı içinde olması açısından bir avantaj sunsa da, bazı yazarlar sitenin kişisel ilişkiler açısından bir dezavantaj teşkil ettiğini savunurlar. İlk olarak, Facebook’un ağ oluşturabileceği alanı genişleterek, onun sosyal ağ oluşturma kapasitesini etkilediğine inanılıyor. Facebook sayesinde zayıf bağlara sahip arkadaşlıklar kurmak kolaylaşır ve arkadaşlarınız için fazla çaba harcamak zorunda kalmazsınız. Facebook’ta kişi, arasında zayıf bağlar bulunan bir başkasıyla kolaylıkla temas kurabilir. Bunu yapabilme kapasitesi de, zayıf bağların devam etmesinden ekstra bilgi ve fırsatlar elde edebilecek olan kişiler için bir avantaj olarak görülür.
‘Görünüyorum, o halde varım’ göz odaklı uygarlığımızın yeni düsturu haline geldi. Bir başkasının bakışını celp etmiyorsak o hayatı adeta yaşanmamış kabul ediyoruz. by Kemal Sayar
Ama bunun aynı zamanda sosyal ve duygusal gelişime olumsuz etki ettiğine dair bir görüş de mevcuttur. İlişkiyi sürdürmek için fazla kişisel çabanın gerekmediği ilişki türlerinin çokluğu yüzünden, Facebook insanlara, bir ilişkiyi sürdürmek için didinmek zorunda olmadıkları mesajını aşılar. ‘Onu Facebook’umdan sildim’ artık bir insanı hayatınızdan çıkarmanızın yeni ifade biçimidir. Birine verdiğiniz ‘like’ yüzünden aile içinde şiddetli bir tartışma alevlenebilir. Sosyal medya sitelerindeki etkileşimlerin kaç çifti büyük bir kavganın ve hatta boşanmanın eşiğine getirdiğine psikiyatri uzmanları tanıklık eder.
İkinci olarak, Facebook insanın hafızasını “silmesini” ya da onu hayalî bir dünyada inanılmaz bir kişisel özgürlükle yenilemesini mümkün kılar. Profil oluşturmak insanın bazı gerçek ya da hayalî niteliklerini öne çıkarıp, fazlasıyla kişisel olan aidiyetlerini “çevrimiçi kimliği”nden ayrı tutabileceği seçmeli bir etkinlik olduğu için, alternatif bir benlik yaratmak da kolay bir iş haline gelir.
Bunun iki önemli sonucu vardır. İlk ve en önemlisi, gerçek hayatta kişinin kendi benliğini yenilemesi kolay olmadığı ve “çevrimdışı gerçeklik”te kişisel nitelikleri değiştirmek çokça sabır, destek, kararlılık ve çaba gerektirdiği için, bunun bir çeşit benlik yitimi riskini doğuracak olmasıdır. Benliğin çevrimiçi dünyadaki sunuluşu ile çevrimdışı dünyadaki varlığı birbirinden farklılaşmaya başladıkça, bundan dolayı oluşan boşluğun moral bozucu ve travmatik etkileri olabilir. Bu süreç, kişinin deneyimlerini sindirip filtreden geçirmesini sağlamak ve onu başka değişiklikler yapmaya itmek yerine, daha fazla kopuş ve benlik yitimiyle sonuçlanabilir. Bir ruh sağlığı uzmanı olarak, tam bir gerçeklik kaybı ve ruhsal yıkımla sonuçlanan ‘Facebook aşkları’na pek çok kez tanık oldum.
Son olarak, onu büyük ölçüde izlenim idaresi için kullananlar açısından Facebook’un tehlikeli bir araç olabileceği de öne sürülen fikirlerden biridir. Kişisel dilek, “başkaları tarafından tanınmak” olunca, benliğin narsist amaçlar uğruna takdimi kullanıcının gerçek emeli haline gelebilir. Kendini minyatür bir şöhrete dönüştürmek isteyen kişinin Facebook kullanımı narsistlikten alınan keyfi ve temelsiz bir kendini beğenmişliği kuvvetlendirir.
‘Görünüyorum, o halde varım’ göz odaklı uygarlığımızın yeni düsturu haline geldi. Bir başkasının bakışını celp etmiyorsak o hayatı adeta yaşanmamış kabul ediyoruz. Kendi imajımız söz konusu olunca neden bu kadar saplantılı oluyoruz? Aidiyet, güven ve anlam hayatlarımızdan kovulmuş gibi. Kaybettiğimiz ve bizi insan kılan her şeyi adeta sanal dünyada arıyoruz. Hâlâ önemli ve biricik olduğumuzu kendi kendimize kanıtlamak için sosyal medyaya bel bağlıyor ve ne kadar çok arkadaşımız olduğuna bakıp keyifleniyoruz.
Narsisizm ve onaylanma isteğinin sanal cemaâtlere katılmanın yolunu açtığı bilinen bir gerçek. Ama Facebook arkadaşlarımızın kaçı başımız sıkıştığında yardımımıza koşabilir? Ağladığımızda kaçı gözyaşımızı silebilir veya biz kaçının omzuna başımızı yaslamakla rahatlayabiliriz?
Âlem buysa kral herkes. Kral sensin, tabii kraliçe de! Ama gerçeğin saati vurduğunda, tıpkı masaldaki gibi, her birimiz o kaçmaya çalıştığımız benliklerimize geri dönüyoruz.
Kemal Sayar, psikiyatri profesörü. İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde klinik şefliği, çeşitli radyo ve televizyon kanallarında programlar yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürüten Sayar, Hayat Teselli Bulmaktır (Timaş Yayınları, 2013) ile Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez (Timaş Yayınları, 2012) başta olmak üzere yirmiyi aşkın kitaba imza attı.
Twitter’dan takip edin: @mkemalsayar
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Al Jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak: Al Jazeera Türk
Haberin Devamı
AJTGörüş: "Âlem buysa kral sensin, elbette kraliçe de!"
0 yorum:
Yorum Gönder