Kaya Erdem: İktidar gücü denetimsiz olursa yolsuzluk ve adaletsizlik kaçınılmazdır


12 seçim, 37 hükümet, 4 darbe. Bu çok az insana nasip olacak bir deneyim. O deneyimle bugünün Türkiye’sini nasıl görüyorsunuz?

1950-2000 döneminde hükümetlerin veya Türkiye’nin siyasi, sosyal, ekonomik durumunu incelediğinizde şuna bakacaksınız: O dönemdeki hükümetler ne hatalar yaptı, ne başarılar gösterdiler? Ekonomide, siyasi ve sosyal hayatta ne krizler ortaya çıktı ve bu krizleri ortadan kaldırmak için ne gayretler sarf edildi? 50 yıllık dönemi böyle irdelediğinizde, şu sonuç ortaya çıkıyor: Türkiye, bazı şeyleri tekrarlıyor. Bu 50 yıllık dönemi kitapta okuduğunuzda da göreceksiniz, aynı hatalar bu dönemde de yapılıyor.


Bu, ders almıyoruz demek mi?


Evet. Bakın Einstein “Hatayı tekrarlamayan insan mükemmel insandır” demiş. Ne yazık ki biz politikacılar hatayı kabul etmiyoruz.



Kaya-Sevil Erdem çiftinin Londra günlerinden… (1968)


Artık halkın tepkisi, sizin döneminizde olduğundan daha kolay ölçülebiliyor. Sosyal medyada her söylenenin, her icraatın karşılığı çabucak geliveriyor. Şimdiki fotoğrafa tepki ise şu: 90’lara dönüyoruz. 90’larda da siyaset yapmış size soralım: Dönüyor muyuz?


Evet. Bu 50 yılda Türkiye’de, çok iyi işlerin yapıldığı dönemler oldu. Devamı getirilmedi ve bir süre sonra krize girildi. Örneğin 1950’de Demokrat Parti ile Adnan Menderes geldi. İktidarının ilk 4 yılında güzel işler yaptı. Türkiye demokrasi, ekonomi ve sosyal yönde ilerleme kaydetti. Ama ikinci seçimde aynı başarıyı gösteremedi. Hatta bozulma oldu. Hırçınlaştı, tek adamlığa gitti ve ekibini değiştirdi. Yani bir nevi yozlaşma başladı.



Bu fotoğraf Özal ve Erdem ailesinin Side tatilinden… (1982)


Sonra?


Sonra Türkiye ihtilale gitti. Süleyman Demirel dönemine bakıyorsunuz. O da yüzde 51 ile iktidara geliyor. 1965-68 arasında Türkiye’de muazzam gelişme yaşanıyor. Yüzde 11 kalkınma hızı sağlanıyor. Sonra ikinci seçim yapılıyor. Demirel bu kez yüzde 53 ile karşımızda. Fakat aynı gelişmeyi gösteremiyor, hatta 12 Mart muhtırasıyla yine ihtilal dönemine giriyoruz. Bakınız tarih tekerrür ediyor.


Demirel ne yapıyor?


Parti içinde kendisine muhalif grubu tasfiye etmeye kalkıyor. 41’ler hadisesi dediğimiz şey. Bu mesele partide zaafiyet oluşmasına neden oluyor. Tek başına iktidardan uzaklaşıyor. Onun da tek adamlığa döndüğünü, “Her şeyi bilen benmişim” havasına girdiğini görüyoruz.



Meclis Başkanı olarak açılışta…


Ve Özal dönemi geliyor…


Özal, 1983-1987 arasında dış âlemde Türkiye’yi her yönüyle örnek gösterilen bir ülke haline getirdi.


Ama…


1987’den sonra o da tek adamlığa ve “Her şeyi ben bilirim” havasına girdi. Kendisine birçok yönden yardım edenleri yanından uzaklaştırdı, her şeyine “Peki” diyecek kimseleri getirdi. Ve ülke tekrar geriye gitti.



Özal ile kader arkadaşlığı Side’de bu yolda başladı. (1982)


Peki neden hep aynı filmi izliyoruz?


En liberal, en demokratik liderlerin bile 4-5 sene sonra tek adamlığa yönelmesinin nedenini uzaklarda aramayın. Lord Acton, “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır” diyor. En büyük güç, iktidar gücüdür. İktidar gücünü kullanan kesim, politikacı ve bürokratlardır. İktidar gücünü, bürokratı ve siyasiyi yargı sistemi içinde denetleriz. Yolsuzluk, bozulma olduğunda yargıyla müdahale ederiz. Bizim sistemimizde hükümeti denetleyecek organ parlamentodur. Parlamento; soru, gensoru, soruşturma ve güvenoyu vererek hükümeti denetler. En büyük güç olan iktidar gücü denetimsizse, yolsuzluğa ve adaletsizliğe mahkûmdur. 10 asırlık dönemi inceleyin, karşınıza bu çıkıyor. İktidar gücü yozlaştırıyor.



Özal ile kader arkadaşlığı Side’de bu yolda başladı. (1982)


Bu bize özgü bir şey mi?


Hayır, bütün dünyada var. Demokrasinin esası kuvvetler ayrılığı prensibidir. Yasama, yürütme, yargı ayrı organlar olacak. Üniversite, serbest basın, sivil toplum örgütleri… Bunlar dördüncü güç olarak demokrasiyi güçlendiren organlar. Yalnız Türkiye’de yürütme (başbakan) milletvekillerini kendisi tespit ettiği için meclis denetim görevini yapamaz ve yürütme yasamayı emri altına almış olur. Ve bu da kuvvetler ayrılığı prensibini zedelemiştir.


Sonuç?


Türkiye bir ilerlemiş, bir batmış; sonra yine ilerlemiş, geri gitmiştir. Türkiye, iktidar gücünü denetleme sistemini yerleştirirse ne adaletsizlik ne insan hakları ne demokraside geri kalma yaşar. Avrupa ve Amerika gibi demokrasinin geliştiği ülkelerde bu denetim var. Eğer siz bunu koymazsanız, diktatörlük ve tek adamlık olur.



Tenis oynarken…


Az önce bahsettiğiniz süreçlerin bir kısmı tarihte ihtilalle noktalanmış. Bu dönemi yaşamış bir siyasetçi olarak sonraki yıllarda sizi bu anlamda tedirgin eden bir şey oldu mu?


Neticede şu oluyor: Bu kriz, batmayı ve tek adamlığı getiriyor. İşler yapılamıyor. Bir ölçüde yolsuzluk, adaletsizlik ortaya çıkıyor. Hatta bu iktidar gücünü elinde tutanlar yasamanın yanı sıra, yargı ve basını da ele geçirmeye çalışıyor. Bu tabii bir ülkenin felakete gitmesine neden oluyor.



Kaya Erdem, gençlere Türkiye’nin büyüklüğüne inanmalarını tavsiye ediyor: “Ne sıkıntılar ne bedeller ödendi, bunu öğrenin ve sahip çıkın!”


KİŞİLERLE İLGİSİ YOK, VARSA YOKSA SİSTEM!


Özal’la bir kopma noktanız var. Hatta sizi rakibi olarak görüyor…


Ben buna inanmıyordum. Özal ameliyattan sonra cumhurbaşkanı olmaya karar verdi. O dönem tabii “Asker mani olabilir, yerine kim gelir” diye konuşulduğunda benim adım geçmiş. Bunu düşünen Özal değil, çevresinin endişesi. Yoksa Özal son dakikaya kadar bu dostluğu devam ettirmek istedi. 1987 seçimlerinden sonra hükümete girmek istemedim. Çünkü ekonomi tekrar bana verilirse Özal’la aldığımız kararları uygulayamayacaktım. TBMM başkanlığını söyledim, “Peki” dedi. Çevresi, “Ya sen ne yapıyorsun, ileride cumhurbaşkanlığı seçiminde meclis başkanını önerebilirler, olmaz” dedi, Turgut Bey’i ikna ettiler. Aslında demokratik bir insandı. O bile bu sistemin içinde tek adam olabildi. Ben kendime sordum: “Ya Kaya, bu sistemde başbakan olsaydın belki sen de yolunu şaşıracaktın, değil mi?” Kişilerle ilgili değil, sorun sistemde. Parti içinde demokrasi yok. Parti liderlerinin milletvekili seçme hakkı çok yanlış. Bu güçten dolayı liderler kendilerini kral ve sultan zannediyor. Onların elinden bunu alamıyorsun.



SABANCI’YLA BİLE YEMEK YEMEDİM


Biz değişiyor muyuz? İdeallerimiz, parayla, insanla ilişkimiz…


Kesinlikle değişiyoruz. Eskiden hareketlerimize dikkat ederdik. Bu görevlerde olduğum sürece hiçbir özel sektör patronuyla baş başa oturmadım. Bir Sakıp Sabancı’nın evine gidip özel yemek yemedim. Devletten menfaat elde edebilecek kişilerle samimiyet kurmadım.


Ne zamana kadar?


Bırakıncaya kadar. Biliyorum ki onlar ahbabım diye zora sokardım. Biraz da onları düşündüğüm için yapmadım. Bizim dönemimizde Maliye’deki hesap uzmanları rüşvet olur diye mükellefin kahvesini içmezdi. Böyle bir anlayış vardı memuriyette. Bu yıkıldı, yozlaşma başladı.


Ama “Benim memurum işini bilir” diye de bir lafı vardı Turgut Özal’ın…


(Gülüyor) Valla bilmiyorum. Özal bu sözü tam bu maksatla söylememişti ama ona çektiler. “Benim memurum işini bilir” derken, rüşvet alır demek istemedi. Tabii literatüre öyle girdi.



TERÖR


“Türkiye’nin bu sorunu çözmesi lazım. Önümüzde İngiltere ve İspanya gibi örnekler var. Çarpışmayla olmadığı ortaya çıktı. Her iki taraf da taviz vererek anlaştı. 30-35 yıldır uğraştığımız bu konuyu çözüme ulaştırmamız lazım. ‘Terörle yaşamaya alışacağız’ diye bir şey olamaz. Her şeyin temeli, yine aynı şeyi söylüyorum ama, iktidar gücünün denetimsiz olması. İktidar gücünün yaptığı hataları millet olarak biz ödüyoruz. Bakın Özal, Menderes, Demirel idealistti. İlk geldiklerinde memlekete faydalı olmak için gece gündüz çalıştılar. 4-5 sene iyi işler yaptılar. Zamanla bu iktidar güçlerinin etrafında menfaat grupları toplanır. Siz iktidar gücünü bıraktığınızda çil yavrusu gibi dağılırlar. Aleyhinizde en çok tenkit yapacak kimseler de bu grubun içinden çıkar. Bu anlayışı yok etmeniz için denetime ihtiyacınız var.”



EĞİTİM


“Türkiye 1983-87 ANAP döneminde önemli atılımlar yaptı. Fakat yapamadığımız 3 şey oldu: Sağlık, eğitim, adalet. Reformu burada yapmamız lazım. Sağlıkta Türkiye, şimdiki dönemde büyük işler yaparak, sorunu kısmen halletti. Fakat eğitim ve adalette bir şey yapamadık. Hatta eğitimde 1987’deki durumun da gerisine gittik. Bunun sıkıntısı, hayatın her safhasında karşımıza çıkacak. Lider ülkenin geleceğine ait sorunlara odaklanır, onları çözümler. Zayıf lider günlük işlerle uğraşır, çapsız lider muhalefet ve sivil toplum örgütleriyle dalaşır. İktidar gücünün denetimi sağlanırsa bizde de güçlü liderler çıkacak. Güçlü liderler geleceğe el atacaklar.”


Demokrasinin İlk 50 Yılı


Kaya Erdem


Doğan Kitap


Kaynak: Hürriyet Sinema


Haberin Devamı

Kaya Erdem: İktidar gücü denetimsiz olursa yolsuzluk ve adaletsizlik kaçınılmazdır
Share on Google Plus

About Unknown

This is a short description in the author block about the author. You edit it by entering text in the "Biographical Info" field in the user admin panel.

0 yorum:

Yorum Gönder