Hem Uzakdoğu’nun hem de dünya sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olan Wong Kar-Wai, şiirsel ve gösterişli sineması ile önemli bir hayran kitlesine sahip. Aşk duygusunu en iyi anlatan yönetmenlerden biri olmasının dışında son derece dokunaklı filmler yapan Kar-Wai’nin yapıtları bittikten sonra da etkisini bir süre daha aynı şiddeti ile devam ettirir. Bir roman gibi, bir şiir gibi adeta zihinlere yerleşen filmlerde müzik kullanımı da en üst düzeydedir. Bu anlamda da gayet başarılı olan Kar-Wai’nin seçkilerinde oluşan soundtrack albümleri ise tadından yenmez vaziyettedir. Şimdilerde bu söylenenleri çoktan ispat etmiş olan yönetmenin 1990 yılında çektiği ve kariyerinin ikinci filmi olan Days of Being Wild hem kalitesini ortaya koyma fırsatı veriyor hem de ilerki filmleri için izleyiciye bir ısınma turu vaat ediyordu. Aşkın, zamanın, kaderin hayatımızdaki yerine odaklanan film, In the Mood For Love ve 2046 ile bir nevi gayrı resmi bir üçleme oluşturuyor.
1960 yılında geçen hikaye, yaşlı teyzesi ile yaşayan ve geçimini onu yardımı ile sağlayan Yuddy ve etrafındaki insanlar üzerinden ilerler. Kadınlara güveni olmayan ve bağlanmaktan korkan Yuddy, gerçek annesini bulmak için Filipinler’e seyahat eder. Yuddy’nin yakın arkadaşları ise onu etrafındaki iki kadına aşıktır ancak karşılık bulamazlar. Arkadaşlarından biri de polislik görevini bırakır ve Filipinler’e gider. Bu olaylar üzerinden altı kişinin kesiştiği hayat, zaman olgusunu da epey deşerek peliküle aktarılır. Tabii bunu yapan Kar-Wai olunca epey etkili bir sahne ile giriş yapılır. Sahnede bir dakikanın ne kadar önemli ve unutulmaz bir anıya sahip olabileceği vurguludur. Bununla da kalmaz usta yönetmen ve film boyunca saatleri bol bol ekrana getirir. Zaman akıp gitmektedir, anlar kaçıp durmaktadır ve biz bir dakikanın bile tadını çıkartmak zorundayızdır. Bazen o bir dakika teğet geçeriz birbirimize hiç bilmeden, bazen ise o dakika sayesinde birbirimize ait olur, hayatımızı değiştiririz. Sadece aşk değil, her açıdan birbirimize lazım değil miyizdir zaten? Anları yakalamalı ve onların tadını çıkarmalıyız. Aslında hepimizin birbirimizle bir şekilde ve bir yerlerde bağı var. Sadece ortaya çıkmayı bekliyor.
Yuddy ve ona aşık olan iki kadın. İkisi de birbirinden çok farklı. Biri naif, kendi halinde yaşayan ve çalışkan bir kadın. Diğeri ise biraz gürültülü, ne i yaptığını tam olarak kestiremediğimiz ve diğerine göre daha agresif. Başta bir aşk üçgeni gibi gelebilir bu sözler ama durum biraz farklı. Yuddy, kadınlara bağlanmak istemiyor, beraber yaşama tekliflerini reddediyor, en umulmadık anda gitmelerini istiyor ama bir o kadar da nazik davranıyor ve asla yalan söylemiyor. Yani ortada bir kandırma, yalan, sahtekarlık yok. Hatta ben böyleyim diyebiliyor. Bu noktada da akıllara ülkemizdeki ıssız adam tabiri gelebilir ama Yuddy bundan çok daha fazlası. Hayatla olan hesabını belki de çoktan kapatmış ve hayal kırıklığı hanesini fazlasıyla doldurmuş. Kar-Wai burada empati kurmamızı sağlıyor ama karakterleri öylesine dolu ve keskin hatlarla veriyor ki empati kuralım kurmayalım bir değişiklik olmuyor. Hal böyle olunca da herhangi birisine daha yakın hissedemiyoruz. Yuddy’nin bu durumunu harika bir sahnedeki harika replikler şöyle özetler;
“Ayaksız bir kuş vardır; uçar, durmadan uçar. Yorulsa bile havada asılı, kendi rüzgarı içinde uyur. Bu kuş da yere iner elbet; yalnız bir kez yere iner. Son inişi olacaktır bu; o da öldüğü andır.”
Wong Kar Wai ve film hakkında enteresan birkaç bilgi de vermek gerekirse; film, bir projenin ilk filmi olacaktır. Hatta filmin sonunda beliren Tony Leung devam filmi için finale konmuştur. Ancak, devam filmi gişedeki başarısızlık nedeni ile ortadan kalkınca sahne de manasız bir şekilde filmde kalır. Tabii bilinmez, başka bir üçlemeye dönüşen filmin direkt devam filmini de bir gün Kar-Wai çekmek ister. Maggie Cheung’un canlandırdığı Su Li Zhen karakteri In the Mood For Love ve 2046 filmlerinde de aynı adla bulunmaktadır. Direkt aynı karakterler değiller ama bu bilinçli tercih ile bir üçleme tadı verilir. Days of Being Wild’ı izlerken yönetmenin daha sonra neler yapabileceğinin izlerini görürüz. Sinema tarihine geçecek olan başyapıtlarının bir habercisi konumundadır bu film. Şiirsel anlatım, müzik kullanımı, atmosfer yaratma gibi usta işi yeteneklerinin ilk turlarıdır. Tabii görüntü yönetmeni Christopher Doyle ile de ilk çalışılan projedir. Adeta In the Mood for Love’ın minyatürü.
Days of Being Wild, hem Uzakdoğu sineması hem de Kar-Wai sinemasında biraz değerinin altında kalmış harika bir filmdir. Hem aşk söylemleri, hem zaman takıntısı ve bolca da kadere duyulan ağıt ile keşfedilmesi gereken bir başyapıttır. Ustanın şiirsel sinemasının da mihenk taşlarından birini oluşturur. Hatta birincisini. Filmi izledikten sonra zaman kavramı ile alakalı düşünmeniz olası. Etrafınızda sevdiğiniz bir canlı varsa ya da yapacağınız keyifli bir şey varsa bir dakika bile olsa keyfini çıkarmaya çalışmanız dileği ile…
Kaynak: Paralel Sinema
Haberin Devamı
En İyi 30 Uzakdoğu Filmi: 30 – Days of Being Wild
0 yorum:
Yorum Gönder