Mavi Ay dizisi ve oynadığı 90’lı yıllar filmleri ile gönüllerde taht kuran Willis, bir süre sonra maço aksiyon kahramanı kalıbına girdi ve bir daha o kalıptan çıkamadı. Sert bakışları, şaşkın ifadeleri ve ses tonu ile neredeyse her karakteri aynı şekilde izleyiciye aktardı. O kadar sıkışıp kaldı ki bu rollere, onu başka bir şekilde hayal bile edemiyoruz. Patlamanın ortasından fırlayan, üstü başı mahvolmuş ve elinde silahlı bir Willis’i sanırım rüyalarımızda görecek kadar çok tecrübe ettik. Tabii bu anlamda favorimizin Die Hard serisinde canlandırdığı John McLane olduğunu da belirtelim.
Zaten gizemli ve aykırı rolleri çok oynayan Carter, Tim Burton ile hayatı kesiştikten sonra tamamen gotik rollere sıkışıp kaldı. Arızalı, bakışları donuk, giydiği kıyafetlerin hiçbir yerde bulunamayacağı gotik ya da eksantrik roller. Burton filmlerinden sonra diğer yönetmenler de kendisini böyle kullanmaya karar verdi ve karşımıza hep böyle çıktı. Arada The King’s Speech ile nefes aldırdı ama Harry Potter’da bile rolü benzerdi. Kendini en çok tekrar eden ve artık kötü işlere imza atan Burton, umarım en azından sinemasal anlamda kendisinden elini eteğini çeker.
Freeman’ın zaten “her filmde oynuyor ya bu adam” ya da “ 6o yaşından sonra coştu” gibi cümlelerin sık tekrarlandığı bir imajı hali hazırda varken bir de bu rollerin çoğu naif ve bilge adam olunca listeye almak güç olmadı. Kibar konuşan, bilgisi ile adam dövebilecek ve yüzüne bakınca kendinizi iyi hissedeceğiniz karakterlerin büyük bir çoğunluğunu Freeman canlandırmıştır. Hatta bu durum o kadar abartı seviyeye ulaştı ki Tanrı’yı bile oynadı. Yani o dereceye denk gelen bilgili olma hali ve üst düzey bir naiflik. Gelmiş geçmiş en iyi oyunculardan olan ve 90’ların çok sağlam başyapıtlarında rol almış olan Freeman, daha ziyade bu rolleri ile hatırlanacak ne yazık ki.
Gerçek hayatından kendisine prestij getiren, geniş kitleler tarafından takdir toplayan hatta Oscar almasına da yardımcı olan yardımseverliği ve iyilik meleği tavırları o kadar içine işlemiş ki filmlerinde de sadece bunu görür olduk. Karakterler eş, abla, kardeş, öğretmen, menajer ne olursa olsun iyilik fışkıran bir makine gibi adeta. Ah bir de bunu destekleyen o kısık gözler ve ses tonu yok mu? Sandra Bullock sıkıştığınız bir vakit her an arkanızdan hızır gibi yetişip size yardım edecek gibi. Gerçek hayatında umarım buna devam eder ve insanlara yardımı ölene kadar esirgemez ama sinemada biraz farklı bir şeylere dönmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor bile.
Sürekli kendini tekrar eden ama yine de pek sevip her filmini severek izlediğimiz Woody Allen, son yıllarda dahi kendine rol verdiğinde hep aynı tarzı benimsemiştir. Hızlı konuşan, aşırı bilgili, aşk için yaratılmış, entel ve çirkin olmasına rağmen çok yakışıklıymış gibi kendini beğenen karakter denilince akla başka birisinin gelmesi mümkün değil. Onun o hallerini seviyoruz ve doyamadık belki ama başka türlü de gözümüzün önüne gelmiyor. Woody Allen’ın surat ifadesi ve ellerini çok ön planda kullanması bir dönem gençliğin taklit etmeye çalıştığı bir durum bile olmuş. İlişkileri iyi etüt etmek ya da aşk acısını azaltmak için için iki doz Allen almak da bünyelere iyi gelebilir.
Bir savaş filminde, başroldeki oyuncunun/karakterinin en yakınında biri varsa ya da bu başrol er ise bir amiri varsa bu kesinlikle ve kesinlikle Tom Sizemore’dur. İri cüssesi, yuvarlak her mimiğe uygun yüz hatları ve delirmeye müsait halinin yansıdığı bakışları ile tam aranan kan. Hal böyle olunca savaş filmi tadında sahneler barındıran aksiyon filmlerinde de onu bol bol görür olduk. Eski askeri oynadığı üç dört filmi falan da bir çırpıda sayabiliriz. Born on the Fourth of July, Saving Private Ryan, Black Hawk Down, Pearl Harbor sizinde bir anda aklınıza gelebilecek en net örnekler. Bir gün ünlü bir yönetmen olup savaş filmi çekerseniz Tom Sizemore’u önce yazıp geri kalan kadroyu ona göre şekillendirmelisiniz.
Kendisi belki de muazzam yetenekli bir aktör. Mimikleri çıplak izlendiğinde çok etkileyici ya da sesi inanılmaz karizma. Çok iyi takip edenler bunları öğrenebilir ama büyük bir çoğunluk asla öğrenemeyecek. Serkis, Gollum’u hareket yakalama tekniği ile oynadığından beri bu işin arananı oldu. King Kong, Planet of the Apes derken önümüzdeki birçok projede kendisinden bu anlamda yararlanılacak. Sanırım kariyeri bitene kadar da başka türlü karşımıza çok az çıkacak. Tabii ki yaptığı müthiş bir olay ve kendisi harika bir yetenek . Bunu yanı sıra da fazlasıyla ciddi bir emek ama bu teknik içinde sıkışıp kaldığı da bir gerçek.
Kaynak: Paralel Sinema
Haberin Devamı
Aynı Rollere Sıkışıp Kalmış 7 Oyuncu
0 yorum:
Yorum Gönder